FAŞİST ve YARDAKÇILARI YÜZÜNDEN ÜLKESİNE SIĞAMAYAN BİR DEĞER
AHMET KAYA
Bu gün 16.Kasım, bundan tam 15 yıl önce yani 16.Kasım.2000
de sol, devrimci ve kimi zaman faşistlerce yasaklanan ezgileriyle halkın
takdirini kazanan Sanatçı Ahmet Kaya, Fransa’nın Başkenti Paris’teki evinde,
akşam üzeri “Hoşçakalın Gözüm” isimli
albümün kayıtlarını yaparken kalp krizi geçirerek yaşama veda etti.
Çok genç sayılacak 43 yaşında ve en verimli çağında yaşamı
sona eren Kaya, Ertesi günü 30 bini aşkın insan seli arasında Paris’in Pere
Lachaise Mezarlığına defnedildi.
Aynen devrimdaşı Yılmaz Güney gibi oda zorunlu sürgün
sonrası geçmişinden, vatanından ayrı, gurbet ellerinde hayatı sona erdi.
Bilindiği gibi Aktör, Sinema sanatçısı ve film yapımcısı
devrimci Yılmaz Güney’de faşist baskılar yüzünden başına olaylar gelmiş ve
Isparta Yarı Açık Cezaevi’nde cezasını çekerken, firar ederek yurt dışına
kaçmış, önce Yunanistan’ın Meis Adası’na, oradan İsviçre’ye daha sonrası ise
Paris’e geçerek yaşamına orada devam ederken 9.Eylül.1984 tarihinde, oda çok
genç ve verimli sayılacak 47 yaşında mide kanseri teşhisiyle yaşama veda etmiş,
mezarıda aynı mezarlık olan Pere Lachaise’dedir.
Her ikisinin birbirine benzer taraflarından en ilginci ise
suçlamaların ve yargılanmalarının, faşist yönetimlerin alışılagelmiş klasik suç
unsuru olması, öyleki Yılmaz Güney 1972 lerden sonra hep “Devrimcilere yardım
ve yataklık yaptığı” gerekçesiyle dava açılırken, Ahmet Kaya’yada benzer bir
suçlama olan “ Bölücü terör örgütüne yardım ve yataklık yaptığı, halkı ırk
farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik ettiği” gerekçesi ile dava
açılmasıdır.
Bu tür iki ucu açık suçlamalar, hemen hemen her ülkede ve
her zaman dilimi içerisinde faşist yönetimlerin kullandıkları basit ama etkili
ergümanlardır. Amaç yönetime karşı gelinmemesi, eleştirilmemesi ve haklarında
suçlayıcı fikirler ileri sürülmemesidir.
Bunları yapanlar kim olursa olsun anında aynı gerekçelerle
dava açılır ve kanun gereğide cezalar 10 yıldan başlar.
Hata günümüzde de olduğu gibi eleştiriler dahada gileri
gider yönetime zarar verecek dereceye gelirse, bu suçlamaların arkasına “Mevcut
hükümeti yıkmaya teşebbüs ve görevini yapmasını engel olmak” suçlaması eklenir
ve cezalar iki üç katına kadar rahatlıkla yükseltilir.
HAYATI VE MÜZİKLE TANIŞMASI
Ahmet Kaya, Adıyaman’dan Malatya’ya göçetmiş bir ailenin
beşinci çocuğu olarak 28.Ekim.1957 tarihinde dünyaya gelir.
Kürt kökenli olan babası Malatya Sümerbank Mensucat
Fabrikası’nda işçi olarak çalışmaktadır. İlk okulu burada okuyan Kaya, okul
zamanı dışında ise plak ve kaset satan bir dükkanda çırak olarak çalışmaya
başlar, bu arada babasının kendisine aldığı ilk ve son tek hediyesi bağlama ile
tanışır merak içinde çalmaya uğraşır.
Aile geçim sıkıntısı nedeniyle taşı toprağı altın denilen
İstanbul’a gitmeye karar verir ve 1972 yılında İstanbul / Kocamustafapaşa’ya
göçeder.
Baba geçicide olsa bir iş bulurken Kaya’da bir okula
kaydolmak yerine, çalışmaya başlar, İstanbul’da ilk işi değişik yerlerde
çıraklık ile işportacılıktır ve yavaş yavaş semt çocuklarıyle kaynaşmaya başlar
ama bir türlü onlara ayak uyduramaz.
Küçük bir yerleşim yerinden çıkıp büyük bir kente, yerleşim
yerine taşınmanın sıkıntılarını çekmeye başlar, onlarla arkadaşlık kurmak,
birlikte oynamak, gezip tozmak çok zordur, ayak uyduramaz bir türlü.
Kaya bu zorluğu şöyle dile getirir bir belgesel yazısında :
“ Onlarla konuşmuyordum, çünkü onlarla konuşamıyordum. Giyimleri başka,
konuşmaları başkaydı. Onlar gibi konuşmaya, onlar gibi giyinmeye başlamıştım ama
başaramıyordum, diktirdiğim elbise onlara yakışıyor bana uymuyordu. Bir kız
vardı bizim okulda, herkesin aşkı vardı çocukluk aşkı, benimde olsun dedim ve
bir gün yanına gittim dedimki : ‘Biraz seninle konuşak beş dakika, kaçıyorsun
hep…’ Bana dediki : ‘ Rica ederim ‘ Öyle bir ağrıma gittiki, anlamını
bilmediğim bu iki kelimeyi küfür sanıp ‘Bende sana rica ederim’ dedim.”
Bu arada bağlama çalmayıda yavaş yavaş öğrenen Kaya ilk
cezaevi misafirliğini 16 yaşında iken görür, yasa dışı afiş bastığı için içeri atılmıştır.
Daha sonraları birkaç arkadaşıyle birlikte “Halk Birimleri
Derneği” nin çalışmalarına katılır ve çeşitli etkinliklerde bağlama çalmaya ve
türkü okumaya başlar.
Bu etkinlikler içinde bulunan Boğaziçi Üniversitesi’ne
gittiklerinde Ruhi Su ile tanışır ve Ruhi Su’ya ait “Mahsus Mahal” türküsünü
seslendirir, sesi ve sazı beğenilir durumdadır artık Kaya’nın.
1978 Yılında gittiği Gelibolu’daki askerlik görevinde Askeri
orkestrada çalışmalara katıldı, bu çalışma onun için bir dönüm ve ustalaşma
başlangıcı olmuştur.
Askerlik dönüşü Emine Kaya ile evlenir ve 1982 yılında
kızları Çiğdem dünyaya gelir ama işsizlik nedeniyle geçim zorlukları başlar,
onun derdi ufak tefek işlere girmek yerine müzik dünyasında ilk adımı atmaktır
ama bu işde okadar kolay olmayacaktır.
Ortadaki ekonomik zorluklar nedeniyle eşi Kaya’yı terk eder
ve boşanırlar. Müzikte bir türlü başarı sağlıyamayan Kaya, kendi deyimiyle
“Sistemin tersine hareket” ederek faşizme karşı türkü ve kendine has ezgilerle
şimşekleri üzerine çekecek çalışmalara başlar ve ilk konserini İstanbul Şan Tiyatrosu’nda verir bu arada ilk
albümü olan “Ağlama Bebeğim” i 1985 de yayınlar ve anında toplatılsada daha
sonraları sansür kaldırılır.
Bundan aldığı cesaretle aynı yıl ikinci albümü “Acılara
Tutunmak”ı yayınlar ve çalıştığı Stüdyonun sahibi ve aynı zamanda o yıllar
Metris Askeri Cezaevinde yatan Selda Bağcan’ın kardeşi Sezer Bağcan aracılığı
ile yine 12 Eylül mağduru tutuklu Gülten Hayaloğlu ile tanışır, Hayaloğlu
ozamanlar cezaevinde idam mahkümu olarak yatan Nevzat Çelik’in “Şafak Türküsü” adlı şiirini Kaya’ya iletir.
Kaya bu şirin bestesini yaparak, kendi bestelediği diğer
türkülerle birlikte üçüncü albümü olan “Şafak Türküsü” nü 1985 yılında tamamlar
ve 1986 yılında da yayınlar, bu albüm Ahmet Kaya’yı zirveye taşır.
Bu çalışmalar sırasında Gülten Hayaloğlu ile evlenir ve 1987
yılında kızları Melis dünyaya gelir.
Gülten ile evlendikten sonra, kayınbiraderi Yusuf
Hayaloğlu’nun şiirleri onun için bitmez tükenmez bir kaynaktır ve tüm
şiirlerini besteler, bundan sonra Ahmet Kaya hep zirvededir, eşi ve
kayınbiraderi ikilisiyle birlikte müzik yanında çeşitli girişimlerde bulunur,
faaliyet gösterir.
Zirvede yerini kimseye kaptırmayan ve peşpeşe çıkardığı
albümleri hiçbir reklama gerek kalmadan kapışılan ve dillerden düşmeyen özgün
türküleri, kürt halkını savunması ve sivri sol söylemleri ile Ahmet Kaya, meyva
veren ağaç taşlanır örneği başta aşırı milliyetçiler, kafatasçılar, ırkçılar
hatta sol cenahtan olduğunu iddia eden CHP nin ulusalcı kanatları olmak üzere,
kendilerini milliyetçi olarak göstererek gündemde kalmak isteyen bir takım
sözde sanatçıları karşısına alır.
Bunlarda yetmezmiş gibi ülkenin tüm iktidar ve faşizm
yanlısı görsel ve yazılı basınıda onu bu başarısı ile desteklemek yerine adım
adım takip etmekte bir açığını bulurmuyuz diye uğraşmaktadır. Kimisi pkk
yanlısı der, kimisi kürt propagandası yapıyor der, devlete karşı ne kadar
işlenebilecek suç varsa, ona yüklemeye kalkar, arada da uydurma haberler
yayınlar arkasından da Devlet güvenlik mahkemeleri ise suçlamak için deliller
arar, birtakım uydurma haberleri ihbar sayar.
Tüm bu tehditkar çıkışlara, takiplere suçlamalara pirim
vermeyen yürekli sanatçı aynı tavırlarını devam ettirir, sivri çıkışlarını ve
albümlerdeki faşizm karşıtı ezgilerini çekinmeden söylerken, nihayet korkulan
başa gelir, karşı propagandalar yerini zorbalığa bırakır.
10.Şubat.1999 tarihinde Magazin Gazetecileri Derneği’nin
Princess Otel toplantı salonunda, yılın en iyi sanatçısı ödülünün Ahmet Kaya’ya
verilmesinin ardından, konuşma yapan sanatçı :
“Ben bu ödül için İnsan Hakları Derneğine, Cumartesi
Annelerine, Tüm Basın Emekçileri ile tüm Türkiye Halkına teşekkür ediyorum”
dedikten sonra devamında “Birde bir açıklamam var : Şu anda hazırladığım ve
önümüzdeki günlerde yayınlıyacağım albümde, Kürtçe bir şarkı söyliyeceğim ve bu
şarkıya bir klip çekeceğim. Aramızda bu klibi yayınlayacak yürekli
televizyoncular olduğunu biliyorum, yayınlamazlarsa Türkiye Halkıyle nasıl
hesaplaşacaklarını bilmiyorum” dedi.
Daha sözünün sonunu tamamlıyamadan salonda bulunan
davetlilerden kendini bilmezler, sözde Türk milliyetçileri yada milliyetçiliğe
soyunmuş, kendi reklamını yapmak isteyen sözde sanatçılardan bir gurup,
ellerine ne geçirdilerse Kaya’nın bulunduğu masaya fırlatmaya başlar, küfürler
eder ve ağıza alınmayacak sözlerle terbiyesizliklerini adeta dünyaya ilan
ederler ve zorunlu olarak sanatçı, Magazin derneği yöneticileri tarafından
dışarıya çıkartılır, bu rezalet o anda canlı yayın yapan TV.izleyicileri
tarafından da izlenir.
Birkaç gün sonra ise Hürriyet Gazetesinde bir haber
yayınlanır, habere göre Ahmet Kaya 1993 yılında
Almanya/Berlin’de verdiği bir konsere katılan Kaya’ya ait
fotoğraflarda suç unsuru görülmüş ve İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde
meşhur suçlama maddesi uyarınca sanatçı hakkında 10.5 yıl hapis istemiyle dava
açılmış ve mahkeme safhasına geçilmeden, 16.Haziran.1999 günü Kaya ülkeyi terk
ederek yurt dışına çıkmıştır.
Sonradan bu görüntülerin düzmece olduğu anlaşılmış isede,
mahkeme iddianameyi kabul ederek yaptığı hukuksuz yargı sonucunda sanatçıyı
gıyabında 3 yıl 9 aya mahkum etmiştir.
Ne diyelim sevgili Ahmet Kaya, ruhun şad olsun, sen
gittikten sonra, kasetlerini yasaklayan valiler, TV kanallarında eserlerinin
çalınmasına izin vermeyen korkak yayıncılar ve daha niceleri senin ölümünü
duyduklarında kınamı yaktılar bilemeyiz ama kesin olarak yüzleri kızarmamıştır.
.. Bizi Takip Edin
Tweetle
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder