BU KADARIDA OLMAZ DEMEYİN, OLUYOR İŞTE
Dünyada demokratik seçimlerin yapıldığı hiçbir ülkede çok zor rastlanan hatta benzeri olmayanda diyebiliriz, bizim ülkedeki seçim garantisi olayı.
Bir iktidar düşününki üst üste 3 seçim almış ve daha en az üç seçimde de galibiyeti garantilemiş bir partinin elinde.
Ben şahsen bu güne kadar böyle bir ülke görmedim, duymadımda, ancak tek partili sistemlerde ve diktatörlüklerde olur böyle bir olay.
İlk bakışta gayet doğal gelir bu durum, demokratik ve hiçbir şaibesi olmayan bir seçim neticesi herhangi bir parti iktidara gelebilir, bu iktidar 10 yıl sürebilir, bilemedin 12 yıl, ama 24 yıl derseniz işte ozaman o ülkede demokrasi vardır ve devam ediyor diyemezsiniz.
Kanun Devletimi Hukuk Devletimi :
İktidardaki parti bundan sonra dilediği gibi tabiri caizse at koşturur, toplumun yararınadır değildir onu aklının köşesine dahi getirmez, karşı düşünceleri siler atar, kendi özel yaşantıları ne ise tüm toplumada onu uygulamaya kalkar ve bunu rahatlıklada yerine getirir.
Ülkede özgürlük, demokrasi, hukuk gibi kavramlar onlar için sadece kendi görüşlerine uygun olduğu müddetçe geçerlidir, aksi takdirde esamesi geçmez ortamda.
Üstelik, nerdeyse yıldırmayla, saldırılarla tamamı yurt dışına çıkarılan, bu ülkede doğup, bu ülke için çalışan,anneleri, babaları, nineleri, dedeleri bu ülkede ölmüş olan ve tapulu toprağı, mülkü taşınmazı bulunan, sadece Müslüman olmamaktan başka hiçbir suçu bulunmayan gayri müslim vatandaşlarımızdan sonra tüm nüfusu Müslüman olan ülkemizde, kanunlara karşı gelmek, sorgulamak zaten mümkün olmadığı gibi dinende caiz değildir.
Şeriatın Kestiği Parmak Acımaz :
Bu itaatkarlığı vurgulamak içinde atalarımız o zamana göre güzel bir cümle bulmuşlar ve bizlerde bunun ismini atasözü olarak kabul etmişiz: “Şeriatın kestiği parmak acımaz”
Kusura bakmasın atalarımız, acır hemde bal gibi acır o parmağımız, çünkü şeriatın verdiği karar doğrumudur yanlışmıdır sorgularız biz. Verilen ceza kanuna uygundur ama
İnsan haklarına, birey olma özelliğine, özgürlüklere aykırımıdır değilmidir sorgularız biz birey olmayı başarmış milyonlar.
Sadece insan, insan olma özelliklerinden yoksun, bireyleşememiş, özgürlük kavramından, düşünceden, sorgulamadan yoksun bırakılmış, sadece yalancı dedikleri bu dünya ile ahret dedikleri öbür dünyaya endekslenmiş, cennete gitmekten başka derdi olmayan bir kul.
Muhafazakar Toplumlar ve Din:
Çünkü bu tür, kula kul olma zihniyetinden kendilerini bir türlü kurtaramayan ve tutucu toplumları yönlendirmek, idare etmek ve onların sayesinde iktidarlarını korumak, güçlerine güç katmak çok kolaydır, devletin nemasını paylaşan yöneticiler için.
Tarihde Muhafazakarlık :
Geriye doğru giderek dünya tarihine bakacak olursak, Kıta Avrupasında Rönesans’a kadar tüm hristiyan alemi ile, doğuşundan günümüze kadar diğer kıtalardaki İslam aleminde bu tür örnekler hep var olmuştur.
Her iki dinde de insanlar, toplumlar ve onların ırkları, kimlikleri önem taşımaz, önemli olan dinleridir. Klasik bir ortaçağ zihniyeti olan dine endeksli yaşam tarzında, müslümana İslam dışı inanışları olanlar düşman, aynı şekilde hristiyana da hristiyan dininden olmayanlar düşmandır.
Her iki din alimleri cennetin kendilerine ait olduğunu iddia ederken, kendileri gibi olmayanları ise cehennemlik olarak tarif ederler.
Zamanın tek hakimiyet gücü orduların adları dahi dinlerle özdeşleşmiştir. Hristiyan dinli ülkelerin ordularına Haçlı Orduları, İslam devleti ordularına ise İslam Ordusu yada İslamın Kılıcı ismi verilir. Bu örnekler Osmanlı İmparatorluğu’da dahada bariz olarak ortaya çıkar. Şöyleki kökeni Türk olmasına rağmen Osmanlı Ordusu’nun ismi her zaman İslamın Kılıcı, İslamın Ordusu diye dile getirilir ve her defasında da İslamın bayrağını Allah adına dünyada dalgalandırmaktır amacımız derler.
Rönesans sonrası Avrupa ve Osmanlı :
Bu değişimlerden ilki ve en önemli olanı Hristiyanlık alemine Protestanlık adıyla bir üçüncü mezhebin girmesi ve kısa zamanda tüm Hristiyan dünyasına yayılmasıdır. Kendi kiliselerini kuran ve İncil’i kendi görüşleri doğrultusunda yorumlayan Protestanlara göre en büyük ibadet çalışmak ve insanlığın refahı için çaba göstermektir.
Devlet işlerinden, siyasetten ve ekonomiden tamamen ilişkileri kesilen kiliselerin esas görevi ise toplumun dini vecibelerini yerine getirebilmesini sağlamak, onlara dini bilgiler vermek ve manevi açıdan huzur içinde yaşamlarını sürdürmelerine yardımcı olmaktır.
Kiliselerin katı baskısından kurtulan Avrupa, bilimde, sanatta, düşüncede yeni ufuklara doğru yol alırken ve bu gelişme sayesinde özellikle sanayi dalı ile ticaretin gelişmesini sağlayan yeni ülke keşiflerinde büyük başarılara adım atarken, kendi sonunun başlangıcı olan bu Avrupa gelişim rüzgarını bir türlü fark edemeyen Osmanlı, değişime ayak uyduracağı yerde, dünyayı hala kılıç kalkanla tahakküm altında tutacağını sanmış ve saldırılarını sürdürmüştür.
Osmanlı'nın sonu ve Türkiye Cumhuriyeti :
Meclis kararıyla ve Mustafa Kemal’in Baş Kumandanlığı altında yeniden toparlanan ve silahlanan Türk Ordusu ile kurtuluş savaşına girişilmiş, ordu başarısı ve yerel halkında birer milis gibi savaşması sonucu kaybedilen Anadolu toprakları tekrar geri alınarak bu günkü sınırlarımızda devlet tekrar kurulmuş ve 29.Ekim.1923 günü Türkiye Cumhuriyeti Devleti resmen tescil edilmiştir.
Hal böyle iken ve aşılamaz sanılan engellerin üstesinden gelinerek büyük güçlüklerle kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni yöneten ve daha yıllarcada yöneteceğine garanti gözüyle bakan bir iktidarın, ülkenin geleceği için hala İslam'dan medet umması ve Osmanlı sevdalılığına bel bağlaması, bu düşüncesinde de ısrarcı olmasına; buna karşın böyle bir partinin adeta iktidarda kalmasını teşvik edercesine, kapitalist bir ekonomi sistemi içerisinde kabul görmeyecek devletçilik ve sosyalist bir ekonomik program uygulayacağını söyliyerek iktidara talip olduğunu açıklayan ve bunda da ısrarcı olan bir ana mufhalefet partisine ne demeli bilemiyorum ve yorumu site adına sizlere bırakıyorum.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder