ATATÜRK ve TÜRK DİLİ
Türk kültür değerlerine yabancılaşmış olan Osmanlı yönetici ve aydınları, Türkçe’nin yok olması pahasına ülkede Arapça’nın bilim, Farsça’nın edebiyat dili olarak kullanılmasına izin vermişlerdir.
Bu durum bir taraftan eğitimin yaygınlaşmasını önleyip halkın cehaletine neden olmuş, diğer taraftan kendi halkından kopuk, onun değerlerini küçümseyen, Arap kültürünün ürünü olmayan her şeyi küfür kabul eden, Arab’ın kendisini de dilini de kutsal gören yobaz bir aydın tipinin doğmasına neden olmuştur.
Bu aydın tipinin Cumhuriyetin ilk yıllarındaki temsilcileri; Türkçe'yi zenginleştirerek bilim ve kültür dili yapmak,sadeleştirerek halkla aydın arasındaki kopukluğu gidermek amacıyla yapılan dil devrimine, Türkçe'nin yetersiz olduğu savıyla karşı çıkmışlardır. Oysa onlar, yapısı itibariyle Türkçe'nin, dünyanın en zengin dillerinden birisi olduğunu bilmekteydiler.
Ancak, Arap kültürüne tutsaklıkları ve Arapça’yı bilme imtiyazlarını kaybetmek istememeleri gerçekleri söylemelerini engelliyordu. Aşağıdaki anekdotta ikiyüzlülerin dil konusundaki ilkel yaklaşım anlayışlarını Atatürk oldukça ilginç bir şekilde dile getirmektedir.
“Arabınkini Arab’a, Aceminkini Acem’e geri verirsek, bize uzun kollu bir Buhara hırkasından başka bir şey kalmaz.”
Buhara hırkasını nedense hor gösteren bu söz, Meşrutiyet devrinde sayılı birkaç dilseverin, dilimizde denemek istedikleri tasfiye (arıtma) işini, Türkçe için bir yıkım sayan ünlü bir yazarımızın sözüdür.
Dil devrimi başladığı sıralarda da aydınlarımızın çoğu bu kuruntuda idi.
“Arabınkini Arab’a, Aceminkini Acem’e geri verirsek, bize uzun kollu bir Buhara hırkasından başka bir şey kalmaz.”
Buhara hırkasını nedense hor gösteren bu söz, Meşrutiyet devrinde sayılı birkaç dilseverin, dilimizde denemek istedikleri tasfiye (arıtma) işini, Türkçe için bir yıkım sayan ünlü bir yazarımızın sözüdür.
Dil devrimi başladığı sıralarda da aydınlarımızın çoğu bu kuruntuda idi.
Türk’ün anayurttan ayrıldığı zaman dil varlığını uzun kollu bir hırkaya benzetenlerin bu mantık zavallılığına Atatürk acırdı.
O, Türk’ün her şeyine inandığı gibi dilinin de yeterliğine, enginliğine sonsuz bir inanç beslerdi. “Tarihin akışını oradan oraya çevirmiş, yer yer bunca uygarlık ocakları kurmuş bir ulusun dili bu denli yoksul olabilir mi idi?” diye soruyor ve sözünü aşağı yukarı şöyle tamamlıyordu:
"Araplarla tanışıncaya dek Türk’ün devlet, hükümet, hukuk, adalet gibi uygar kavramlara; şeref, namus, insaf, vicdan gibi yüksek duygulara birer ad vermemiş olması düşünülebilir mi?
Belli ki her ulusta görüldüğü üzere Türk’ün de tarihte gaflet anları olmuş, birçok varlıklarına ve bu arada diline de bakmaz olmuştur. Biz şimdi ulusal benliğimize kavuştuğumuz gibi öz dilimize de kavuşacağız.”
Atatürk bir ulusun dil varlığı bakımından, aslında bu denli yoksul olamayacağını bir örnekle belirtmek için şu öyküyü sık sık anlatırdı:
Atatürk bir ulusun dil varlığı bakımından, aslında bu denli yoksul olamayacağını bir örnekle belirtmek için şu öyküyü sık sık anlatırdı:
“Vaktiyle zengin bir köy ağası şehirde hamama gitmiş. Yıkanmış... Kurulanmış... Giyinmek için bohçasına el attığı zaman bir de bakmış ki silahlığından başka her şeyi çalınmış.
Başlamış hamamcılardan hesap sormaya.
Hamamcılar ağanın şantaj yaptığını, yoksa çalınan çarpılan bir şey olmadığını ileri sürmüşler. Bunun üzerine o da silahlığını çıplak beline geçirerek ortaya çıkmış ve şöyle haykırmış: “Görenler Allah için söylesin, ben buraya bu kılıkta gelebilir miydim?”
Hamamcılar ağanın şantaj yaptığını, yoksa çalınan çarpılan bir şey olmadığını ileri sürmüşler. Bunun üzerine o da silahlığını çıplak beline geçirerek ortaya çıkmış ve şöyle haykırmış: “Görenler Allah için söylesin, ben buraya bu kılıkta gelebilir miydim?”
Atatürk öyküsüne şunu da katardı:
- Ağanın hamama çıplak gelmediğine herkesin aklı yattı ama, Türk’ün yurdundan dilsiz çıkmadığına hala akıl erdiremeyen gafiller vardır.
- Ağanın hamama çıplak gelmediğine herkesin aklı yattı ama, Türk’ün yurdundan dilsiz çıkmadığına hala akıl erdiremeyen gafiller vardır.
Alıntı
A.H.Par, M.A.Önen
Atakürk'ü Anlamak.S:119-120
*************************************
Atatürk bir yaz gecesi Acar motoru ile Boğaz'da gezintiye çıkmıştı. Kalınca önlerine geldiler. Yalılardan birinin bahçesi renkli elektik, krepon kağıtları ve çiçeklerle donatılmıştı. Anlaşıldığına göre orada büyük bir topluluk eğleniyordu.
Acar motorunun gürültüsünü duydular. Kadın erkek, çoluk çocuk alkışla sevgi gösterisinde bulundular. Atatürk çok duygulandı, yalıya yanaşılmasını emretti.
Bir sünnet düğünü vardı. Bir vatandaşın mutlu bir gününe katılmaktan doğan sevinç, Atatürk'ün yüzünden açıkça okunuyordu. Sünnet olan çocukların ve anne ile babanın göğüsleri sevinç ve övünçle doldu. Herkesin yüreğini bir neşe kapladı. Ortalığı bir bayram havası sardı.
Atatürk ayrılacağı sırada çocukların babasını çağırdı. Bir çek uzattı:
-Burada uğrayacağımızı bilmediğimiz için hazırlıksız geldik, dedi, yarın bankaya uğrar, sonra benim adıma çocuklara birer armağan alırsınız.
Baba çeki saygıyla aldı :
-Atam, dedi, alınacak hiçbir armağan sizin imzanızı taşıyan bu çek değerinde olamaz. İzin verin, biz bunu çocuklarımızın sonsuz bir övüncü olarak saklayalım.
Bu ince düşünüş ve tek gözlülükten son derece duygulanan Atatürk:
-Peki! Siz bu çeki saklayın; ama yarın bankaya uğrayın ve çocukları benim adıma sevindirin! diyerek ikinci bir çek verdi.Atatürk’ten Anılar
Nafiz Edgüer
Acar motorunun gürültüsünü duydular. Kadın erkek, çoluk çocuk alkışla sevgi gösterisinde bulundular. Atatürk çok duygulandı, yalıya yanaşılmasını emretti.
Bir sünnet düğünü vardı. Bir vatandaşın mutlu bir gününe katılmaktan doğan sevinç, Atatürk'ün yüzünden açıkça okunuyordu. Sünnet olan çocukların ve anne ile babanın göğüsleri sevinç ve övünçle doldu. Herkesin yüreğini bir neşe kapladı. Ortalığı bir bayram havası sardı.
Atatürk ayrılacağı sırada çocukların babasını çağırdı. Bir çek uzattı:
-Burada uğrayacağımızı bilmediğimiz için hazırlıksız geldik, dedi, yarın bankaya uğrar, sonra benim adıma çocuklara birer armağan alırsınız.
Baba çeki saygıyla aldı :
-Atam, dedi, alınacak hiçbir armağan sizin imzanızı taşıyan bu çek değerinde olamaz. İzin verin, biz bunu çocuklarımızın sonsuz bir övüncü olarak saklayalım.
Bu ince düşünüş ve tek gözlülükten son derece duygulanan Atatürk:
-Peki! Siz bu çeki saklayın; ama yarın bankaya uğrayın ve çocukları benim adıma sevindirin! diyerek ikinci bir çek verdi.Atatürk’ten Anılar
Nafiz Edgüer
******************************
Bir gün Çankaya yöresinde bir köylü evine gitmiştik. Evde ihtiyar bir köylü karısı ile oturuyordu. Bize ikram edilen kahveleri içerken Atatürk bana köylü ile konuşmamı söyledi.
Köylüye ilk aklıma geleni sordum.
- Sen Gazi’yi tanır mısın?
İhtiyar beni saçma bir soru sormuşum gibi küçümseyerek süzdü:
- Gazi’yi tanımayan var mı ki, dedi ve ekledi:
- Ben görmedim ama, her hafta Hacı Bayram Camii şerifinde Cuma namazı kılarmış. Taa göbeğine kadar sakalları varmış. Melek gibi, nur yüzlü, peygamber gibi mübarek bir ihtiyarmış...
Gülmemi zor tutarak Atatürk’ün genç ve tıraşlı yüzüne baktım. O, kaşlarını çatarak kendisini tanıtmamamı emretti. Dışarı çıktığımız zaman da güldü ve:
- Varsın, dedi, o öyle bilsin. Gerçeği öğrenmek belki biçarenin hayalini yıkar, onun hayalindeki şirin sakallıyı öldürüp de sevgisini kaybetmenin ne anlamı var.
Köylüye ilk aklıma geleni sordum.
- Sen Gazi’yi tanır mısın?
İhtiyar beni saçma bir soru sormuşum gibi küçümseyerek süzdü:
- Gazi’yi tanımayan var mı ki, dedi ve ekledi:
- Ben görmedim ama, her hafta Hacı Bayram Camii şerifinde Cuma namazı kılarmış. Taa göbeğine kadar sakalları varmış. Melek gibi, nur yüzlü, peygamber gibi mübarek bir ihtiyarmış...
Gülmemi zor tutarak Atatürk’ün genç ve tıraşlı yüzüne baktım. O, kaşlarını çatarak kendisini tanıtmamamı emretti. Dışarı çıktığımız zaman da güldü ve:
- Varsın, dedi, o öyle bilsin. Gerçeği öğrenmek belki biçarenin hayalini yıkar, onun hayalindeki şirin sakallıyı öldürüp de sevgisini kaybetmenin ne anlamı var.
Hadi BESLEYİCİ
Atamız Atatürk, s.87-88
Atamız Atatürk, s.87-88
****************************************
Arkamda büyük bir kara tahta vardı. Atatürk “Kalk bakalım genç profesör tahtaya” dedi.
Tahta başına vardığımda bana üç kelime yazdırdı. “Su, tuz, deniz”.
Şimdi bu üç kelimeden Türkçe’de, Fransızca’da, Almanca’da kaç cümle yapılabiliyordu? Böyle bir soru ile hiç karşılaşmamıştım. Şaşkınlığım geçince aklıma gelen cümleleri sıralamaya başladım.
1) Denizin suyu tuzludur.
2) Suyu denizin tuzludur.
3) Tuzludur denizin suyu.
4) Suyu tuzludur denizin.
5) Denizin tuzludur suyu.
Şimdi bu üç kelimeden Fransızca’da ve Almanca’da ancak ikişer cümle çıkarılabiliyordu.
1) Denizin suyu tuzludur.
2) Suyu denizin tuzludur.
3) Tuzludur denizin suyu.
4) Suyu tuzludur denizin.
5) Denizin tuzludur suyu.
Şimdi bu üç kelimeden Fransızca’da ve Almanca’da ancak ikişer cümle çıkarılabiliyordu.
Atatürk sordu.
Bu durum Türkçe’nin lehine mi, aleyhine mi?
Hafif bir irkintiden sonra dedim ki “Efendim, bir bakıma bu bir söyleyiş zenginliğidir.” Çünkü kurduğumuz beş cümle arasında küçük farklar vardır; bu bir çeşit nuans zenginliğidir.”
Atatürk “evet ama” dedi “Bunun büyük bir sakıncası var.”
Sonra ilave etti. “Milletlerarası antlaşmalar niçin Fransızca yazılır?” Doğrusu bu soruya da hazır değildim. Fransa’nın büyük bir devlet oluşu buna neden olabilirdi.
Atatürk “hayır” dedi. “Fransızca öyle bir dildir ki kelimelerin cümle içerisindeki yeri sağlamdır. Bu sebeple Fransızca bir metin yıllar sonra okunsa daima aynı anlama çıkar.” İlginç bir görüştü bu.
Atatürk’ten Anılar
Ord.Prf.Dr. Sadi IRMAK
Atatürk’ten Anılar
Ord.Prf.Dr. Sadi IRMAK
*************************************
Neşeli anlarında Atatürk, Ahmet Cevat ile eğlenmeyi severdi.
-Cevat Bey sizin karakol kelimesi üzerinde yaptığınız etimolojiyi bu arkadaşlara da anlatır mısınız? Buyurdu.
Anlaşılan Ahmet Cevat bu sıralarda Atatürk’e etimoloji üzerine bir etüd sunmuştu.
-Kol müfreze, kara da bildiğimiz toprak, yani toprak üzerinde gezen müfreze demek olsa gerek. Karakolu olduğuna gibi deniz kolu da olur, diye izah etti.
Atatürk:
-Bizim Ahmet Cevat Bey, Şemsettin Sami’den bir adım bile ileri gidememiş… Cevat’ın yaptığı etimolojiler bize şu fıkrayı hatırlatıyor:
Padişahlardan biri vezirine “Halk konuşurken sarık marık, giyim miyim, pabuç mabuç der.
Sarığı, giyimi, pabuçu anladık; marığı, miyimi, mabuçu da ne oluyor” demiş.
Akıllı vezir bir müddet düşündükten sonra ; “
Şevketlümün mübarek başındaki sarık, kullarının fakir başındaki marık; haşmetlümün üzerindeki elbise giyim, kölenizin üzerindeki miyim; devletlümün mübarek ayaklarındaki pabuç, bendelerinin ayağındaki ise mabuçtur” diye izah etmiş.
Ahmet Cevat’ın etimolojileri de bu vezirin etimolojilerine benzer.
Atatürk’ün bu fıkrasına hepimiz gülmüştük, Ahmet Cevat kendisi de güldü. Atatürk’ün bu şakasında kendisini kırk yıllık dilci sayan Ahmet Cevat Emre’ye bir ders vardı.
Atatürk Devrine Ait Bir Hatıra,
Türk Kültürü, Kasım 1969Abdülkadir İnan
****************************************
Atatürk Dolmabahçe'de
Atatürk, bir gün Dolmabahçe’den gizlice çıkar Topkapı Sarayı Müzesine gelir. Müzeyi gezmek ister. Kendisini ka***ıya tanıtır, fakat ka***ı henüz saat 9 olmadı, memurlar da gelmedi, Atatürk değil, kim olursan ol, bekleyeceksin, der.
Hiç şüphe yok ki, ka***ı Atatürk’ü tanımamış ve bu sözlere birden fazla muhatap bulunduğu için gelenin Atatürk olabileceğine inanmamıştır. Fakat bu anekdotta önemli olan nokta Atatürk’ün ka***ının sert cevabı karşısında ısrar etmeyerek, bir kenara çekilip, saatin 9 olmasını ve memurların gelmesini beklemesidir.
S.A. TERZİOĞLU
Yazılmayan Yönleriyle Atatürk, s.4
**************************************
BİR AĞAÇ İÇİN
Yıl 1930 ATATÜRK Yalova köşküne doğru çıkmakta. Bir de bakar bir bahçıvan koca bir çınar ağacını kesmek üzeredir.
" Yahu" der "sen hayatında hiç böyle bir ağaç yetişdirdin mi ki? Kesmeye muktedir görüyorsun kendini ve niye ?"
Bahçıvan derki; "Paşam çınar ağacının kökleri köşkün temelini kaldırdı, yaprakları da köşkün pencerelerine müdahale ediyor. Ya köşkü kaybedeceğiz ya ağacı keseceğiz. Onun için de kusura bakmayın ama biz ağacı kesiyoruz ".
Bir an düşünür;
"Hayır gerekirse köşkü ağaçtan uzaklaştırırız" der.
Derler ki bu gün Mustafa Kemal bir hoş. Ne demek köşkü tutup da ağaçtan uzaklaştırmak?
Ama inanır mısınız mühendis değil, mimar değil, ziraatçı değil ama ne yapar biliyor musunuz? İstanbul'daki köprü altındaki tramvay raylarını Yalova'ya taşıtır.
Köşkü hiç yıkmadan olduğu gibi tutarak kendisi de kazma kürek temelini kazar ve köşkün altına tramvay raylarını döşeyerek köşkü ağaçtan 4 metre 80 santim kenara çekerek hala Cumhuriyetimiz gibi ayakta durmakta olan çınar ağacının kurtuluşunu temin eder.
Falih Rıfkı Atay anlatıyor.
tekadamdevrimi.com
***********************************************
BİR TREN YOLCULUĞU
İzmir kurtulmuş, çok tatlı bir yorgunluk, Ankara'ya hareket edecekler...
Trene binerler ve kompartımana çekilirler. Ertesi gün, yaveri, Atatürk'ün
kompartımanının kapısını çalar. Atatürk, yorgun, bitkin bir halde kravatını
yıkamaktadır. Yaveri; 'Paşam bu ne hal, hiç uyumadınız herhalde, niye
böylesiniz?' der. 'Çocuk, kompartımanıma yastıkla battaniye koymayı
unutmuşsunuz. Kolumu yastık yaptım ağrıdı. Setremi yastık
yaptım üşüdüm. Uyumadım kalktım' der. Yaveri; 'Aman paşam! Birimize haber verseydiniz. Hemen size bir yastıkla battaniye getirirdik' der ve bir ülke kurtarmaktan dönen komutan tarihi bir cevap verir; 'Geç fark ettim. Hepiniz en az benim kadar yorgundunuz, hiçbirinize kıyamadım. Önemli olan benim uyumam degil, milletimin rahat uyumasi ..'
ATAMIZ SAYESİNDE ÖYLE RAHAT UYUYORUZ Kİ;
HALA UYANAMADIK !!!
**************************************
VE ATAMIZIN YAŞAM ÖZETİ
Üvey evlat oldu.
Üvey evlat oldu.
Babası öldü.
Yetimbüyüdü.
Tutuklandı.
Hapse atıldı.
Sürüldü.
İşsiz kaldı.
Şöyle yazıyordu o sıkıntılı günlerde kaleme aldığı günlüğüne;
'Harcamalarım
fazla değil, zira gelirim hep az.'
Hastalandı, böbreklerinden.
Vuruldu, göğsünden.
Mesleğinden atıldı.
İdama çarptırıldı.
Kardeşleri öldü.
Çocuğu olmadı.
Boşandı.
Karaciğeri iflas etti.
Evet...
Mustafa Kemal Atatürk bu...
Evladı olmayan bir yetimin, duygularını anlatın...
Anlatın ki, o yetimin, evlatlarımıza bıraktığı hediyenin kıymetini anlasın evlatlarımız.
Cumhuriyet, çocuklara anlatıldığı gibi, folklorik bir müsamere coşkusundan
ibaret değil çünkü...
Anlatın ki, kökeninde barınan derin hüznü kavrasınlar.
İşte liste yukarıda.
Kısacık ömründe bir insanın başına ne felaket gelebilirse gelmiş...
Bunu anlatın...
Direnen, teslim olmayan ruhu anlatın ..
Korkmasınlar engellerden.
Korkmasınlar yalnız kalmaktan.
Korkmasınlar parasızlıktan.
Korkmasınlar alçaklardan.
Korkmasınlar doğrulardan.
Yürek dediğin...
Sadece organ değil
Bunu anlayın !!!
BENZER KONULAR
1.Atatürk'ün Hayatı
2.Atatürk'ün Seceresi
3.Atatürk'ün Soyağacı
4.Atatürk'ün Kronolojik yaşam öyküsü
5.Atamız Sizi Affetmiyor. (Şiirsel)
6.Atatürk Yıkın Heykellerimi Diyor. (Şiirsel)
7.Atatürk'den Anılar
8.Atatürk'ün Şiir ve Mektupları
9.Atatürk ve Edebiyat
10.Atatürk Devrimleri ve Şeriat.
11.Atatürk Liderler Anketinde.
12.Atatürk ve Günümüz Türkiye'si.
13.Atatürk İlkeleri ve Arabistan.
14.Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Videoları
15.Atatürk Hakkında Dünya Liderlerinin Söyledikleri
17.NUTUK (Bölümlere ayrılmış durumda)
18.Atamızın Ölüm Yıldönümünü anarken
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder